Drakula, Kendine Ait Bir Oda, Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat, Rüya Avcısı ve Buz Prenses...
Okuma Süresi: 6 Dakika
İçlerinden bazılarını okuyalı bir hayli zaman geçmiş olsa da (yaklaşık bir ay kadar) anılarımda taptaze duran ve katıldığım
Kış Okuma Şenliği'nin bir parçası olan bu kitapları hem kısa kısa hem de hakkında yeterince bilgi vererek yorumladığım bu yazımda çok sevdiklerim de oldu; tekrar okumaktan çekineceklerim de...
✎...
Kitap Adı: Drakula
Özgün Adı: Dracula
Kitap Yazarı: Bram Stoker
Sayfa Sayısı: 520
Çevirmen: Zeynep Bilge
Yayınevi: Can Yayınları
Günlük ve mektuplardan oluşan, 1897’de ilk baskısı çıkan Dracula, Bram
Stoker’ın hem ilk kitabı hem de ününü borçlu olduğu eseri olarak tarih boyunca
beyaz perdeye en çok uyarlanan hikaye olmasıyla göz dolduruyor. Fantastik –
korku edebiyatına olan yoğun ilgim kitabı üç gün içerisinde okuyabilmemde bir
hayli etkili oldu. Yüzyıllar öncesinde Osmanlı ile girdiği mücadele sonucunda
idam edilen Kazıklı Voyvoda yani Kont Dracula, üzerinde ustalaştığı simya
öğretileri ve sihir sayesinde ölümsüz yaşamın sahibi olur. Muazzam ağaçların ve
amansız dağların ardındaki topraklar olarak bilinen Transilvanya’daki korkunç
şatosundan Londra’ya uzanan fantastik öyküsü, romanın kahramanlarının günlük ve
mektuplarının diliyle anlatıla gelir eser boyunca. Romanın kahramanlarından
Jonathan Harker ile başlayan kitaptaki başlangıç kısımlarını bir içim su gibi
kana kana ve keyifle içmiş olmama rağmen, ara kısımlarda oldukça sıkıldığımı da
söylemeden geçemeyeceğim. Dracula’ya karşı savaşan bu insanların hikayesi,
ölümsüz yaratığın zekasının önünde her tökezlediklerinde
okuyucuyu, dolayısıyla da beni biraz sıkabilecek nitelikteydi; bu nedenle de
son 150 sayfaya yaklaşana değin sabredip sona gelmeye çalıştım. Son 150 sayfa,
heyecanlı bir sona yaklaşırkenki beklentimi o kadar yükseltmişti ki, kitabın
finalini azıcık da olsa öylesi güçlü bir canavar için sönük ve yetersiz buldum.
Romanı bitirdikten sonra, uyarlamalarından biri olan, 1992 yapımı
Francis Ford Coppola yönetmenliğinde üç oscar kazanmış filmi de izledim doğal
olarak. Görsel efektin minimumda kullanıldığı; Keanu Reeves dışında oyunculukların
muhteşem olduğu film bazı konularda kitabından farklılıklar içeriyordu. Hatta bu
farklılıklar benim de hoşlanmayacağım türdendi. Bram Stoker’ın Viktoryan usulü
kullandığı beyefendice anlatım dili; filmdeki erotizm ile ters düşecek
düzeydeydi.
Yine de kült filmler arasında yerini fazlasıyla hak ettiğinden
kitabının ardından filmi izlemek benim için keyifli bir deneyim oldu.
✎...
Kitap Adı: Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Özgün Adı: Twenty-Four Hours in the Life of a Woman
Kitap Yazarı: Stefan Zweig
Sayfa Sayısı: 96
Çevirmen: Tuna Alemdar
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Hüzünlü hayat öyküsü ve kısa kısa kitaplarına tezatlık oluşturacak ölçüde duygu
yoğunluğu derin eserleri ile son zamanlarda adından sıkça söz edilen Stefan
Zweig’ı tanımam; “Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat” adlı yapıtı sayesinde
oldu. Fark ettiğim üzere; yazarın bir kitabını okuyanlar diğer kitaplarını da
okumak, diğer öykülerinin de tadına varmak, yazım diline iyice aşina olmak
istiyorlar. Bu kitabın konusu ile ilgili arkasındaki etkileyici kısa bilgiden
başka hiçbir bilgim yoktu açıkçası. Ne
ile karşılaşacağımı bilmeden okumaya başladım ve hemen de bitirdim. 96 sayfa
idi zaten bendeki versiyonu, ne kadar sürebilirdi ki? Ama kitap bittikten
sonraki düşüncelerim beni o okuduğum andan çekip çıkardı; çok başka yerlere
götürdü, eserin hissettirdiklerini tanımlama ve fikirlerim arasında kaybolma
sürem, sayfalar arasında gezindiğim süreden daha uzundu.
Öncelikle yazar; bir erkek olarak, bir kadın karakterin olabilecek en
zayıf yönlerine ve en zayıf anlarına dokunup onu yine en iyi kadınların anlayabileceği
şekilde okuyucularına sunabiliyor. Hatta sadece kadınların da değil; ön
yargılara göre yaşamını idame ettiren herkesin dikkatine sunuyor o yirmi dört
saatlik zaman dilimini.
Kocasını ve iki çocuğunu geride bırakıp yakışıklı bir Fransızla kaçan
evli bir kadının durumu seriliyor ilk başta yazar tarafından yaratılan nezih
topluluğun önüne. Sonrasında ise ön yargıların, doğru ya da yanlışın, ahlaki
davranışların söylemleri aktarılıyor okuyucu nezdinde.
Bu topluluğun en kibar misafiri bir kadın, bir erkeğe güvenerek en
karanlık, en aydınlık, en coşkulu, en üzücü, en yıkıcı, en mutlu gününü, o
günün yirmi dört saatini aynı erkeğe; kendisinin de fark edemediği yönleriyle
anlatmaya çalışıyor…
Çok etkileyici, duygu derinliği yüksek, anlatımı hiç sıkmayan, akıcı
bir kitaptı…
Ben de diğer okuyucular gibi mutlaka Stefan Zweig’ın başka başka
eserleri ile de tanışmak istiyorum bir
an önce…
✎...
Kitap Adı: Rüya Avcısı
Özgün Adı: The Dreamcatcher<
Kitap Yazarı: Stephen King
Sayfa Sayısı: 543
Çevirmen: Gülden Şen
Yayınevi: Altın Kitaplar
Beyaz perdeye uyarlanan bir Stephen King romanı daha; Rüya Avcısı.
Dört eski arkadaşın anılarını yad etmek adına çıktıkları tatilde, toplamda 24
saatte gerçekleşen tüm olayların karla kaplı bir yerde anlatıla gelen 543
sayfalık uzun mu uzun öyküsü. Etkileyici uzaylı haberleri ile başlayan kitap, King’in
artık ustalaştığı korku edebiyatının en iyilerinden biri olarak görülüyor.
Ben ise, açıkçası, neredeyse tüm yapıt boyunca çok ama çok sıkıldığımı
düşünüyorum. Bunda, bu kitabın beyaz perdeye aktarılan filmini uzun yıllar önce
izlemişliğimin de etkisi olabilir elbette. Film ile ilgili hiçbir şey
hatırlamıyor olsam da ufak ufak bilgiler arada sırada göz kırpıp duruyordu bana.
Neyle karşı karşıya olduklarını az çok biliyordum ve bu Stephen King’in
uzatmaları oynayan anlatım tekniği ile birleştiğinde bir türlü bitiremediğim
bir 543 sayfa oldu.
Bitirdim ve hemen ardından yine filmini izledim. Başı kitapla hemen
hemen aynı olsa da ortalara doğru ve özellikle de sonlara doğru kitabındaki
konudan çok farklı şekildeki yönlere saptığını fark ettim. Kitaptaki son mu,
filmdeki son mu benim için daha mantıklıydı karar veremesem de; sanırım
kitaptaki son biraz daha iyiydi. Tam bir Stephen King finaliydi en azından; tüm
yanıtların geçerli bir temele oturtulduğu ve ilmik ilmik işlenen olaylar
zincirinin son halkasının olabilecek en tutarlı haliyle okuyucuyu doyurduğu bir
kapanış oldu…
King’in çok ama çok uzun ve derinlemesine bir öykülemeyle sergilediği
anlatımına alışık; gerilim, korku, biraz da bilim kurgu sever okurlara tavsiye
edebileceğim ama benim bir daha okuyamayacağım bir kitaptı kısacası Rüya Avcısı…
✎...
Kitap Adı: Kendine Ait Bir Oda
Özgün Adı: A Room of One’s Own
Kitap Yazarı: Virginia Woolf
Sayfa Sayısı: 128
Çevirmen: Yasin Yılmaz
Yayınevi: Mavi Çatı Yayınları
Yapıtlarda iç diyalog şeklinde göze çarpan “Bilinç Akışı” tekniğini
ilk kullanan yazarlardan olan Virginia Woolf; adını sürekli duyduğum, ilgimi
çeken, feminist ve kadın hakları savunucusu bir yazardı. Ceplerine taşlar
doldurarak kendini nehre bırakmasının çok öncesinde 1929 yılında kaleme aldığı
kitabı “Kendine Ait Bir Oda” eşliğinde onu; kendi düşünceleri, eleştirileri ve
anlatım dili sayesinde tanıyabilme fırsatı buldum ve şimdi de iyi ki bu kitabı
okumuşum diyorum. Yapıtları okurken cümlelerin altını bol bol çizen bir okuyucu
değilimdir, hatta hiç çizmem, sadece kendimi kaptırır okurum. Lakin bu eserde
öylesi altını çizip aklımda ve notlarım arasında yer edinmesini istediğim
cümleler oldu ki, sanırım bu sözler benim duygu mabedime çok dokundu. Şöyle bir
paragraf vardı örneğin:
“İmgesel olarak kadın son derece önemlidir; gerçekte ise tamamen
önemsiz. Şiiri baştan sona kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurgularda kralların
ve fatihlerin hayatlarına hükmeder; gerçek hayatta ailesinin parmağına bir
yüzük taktığı herhangi bir gencin kölesidir. Edebiyatta en ilham verici sözler,
en derin duygular onun dudaklarından dökülür; gerçek hayatta okuyup yazması
neredeyse yok ve kocasının malıdır.”
Ya da şöyle:
“Dünya erkeğe dediği gibi kadına da istersen yaz, umrumda değil
demiyordu. Dünya umarsız bir kahkahayla, yazmak mı? diyordu. Yazmak sana ne
kazandırıyor ki?”
Kurmaca bir yazı yazmak için bir kadının parası ve kendisine ait bir
odası olması gerektiğinin defalarca bu eseri ile birlikte altını çizen Woolf;
tarih boyunca erkek egemenliğindeki kadınlardan ‘Niçin bir Shakespeare ya da
Tolstoy çıkmadığını” sorguluyor ve bunu da çok zekice bir açıklama hatta kendi kurgusal
açıklaması ile cevaplandırıyor. Shakespeare’in yaşadığı dönemde onunla aynı
eğitime ve özgürlüğe asla sahip olamayacağı bir kız kardeşi olsaydı; o kız
kardeşin hayatının önemsiz bir sokak kaldırımında hayallerine ulaşmak uğruna
yitip gideceğinden bahsediyor.
Tiyatroda, kurmaca sanat dallarında şahlandırılan kadın karakterlerin sadece
erkek oyuncular tarafından canlandırılabildiği ünlü Victoria Dönemi tabii o
zamanlar; altın yıllar.
Kadınların, kadın karakterleri bırakın canlandırabilmeyi; yazı
yazamayacak kadar ruhsuz, bilgisiz ve yeteneksiz olarak görüldüğü yıllar…
Jane Austen, Emily Brontë, Charlotte Brontë gibi kadınların bile o
dönemlerde bir şeyler yazabilmek için sadece 3 ya da 4 sayfa kağıttan daha
fazlasını alamayacak kadar yoksul olup herkesin uğrak yeri olan bir odanın
içerisinde tedirgin bir halde gizlice, bir şeyler karalayabilmeye çalıştığı
yıllar…
Kadınıyla erkeğiyle herkese tavsiye edebileceğim,
herkesin okuması gereken çok çarpıcı ve eleştirel yönü tüm çıplaklığı ile çok
iyi olan bir kitap…
✎...
Kitap Adı: Buz Prenses
Özgün Adı: Isprincessan
Kitap Yazarı: Camilla Läckberg
Sayfa Sayısı: 400
Çevirmen: Elif Günay
Yayınevi: Doğan Kitap
Hikayesinin
İskandinav ülkelerinden karlarla kaplı İsveç’in Fjällbacka adlı küçük bir kasabasında geçtiği, yazarı Camilla
Läckberg’ün ilk kitabı
olan Buz Prenses; 35 ülkede 25 dile çevrilmiş başarılı bir eser. Yaratıcı
yazarlık atölyesinde kaleme alınan yapıtta oldukça sade ve anlaşılır bir dil
kullanılan; eylemlerin, aralarında çok fazla durağanlık yaşanmadan ardı ardına
sıralandığı, okuyucuyu çok fazla sıkmayacak bir kitap.
Başarılı
bir biyografi yazarı olan Erica annesi ve babasının ani ölümü nedeniyle doğup
büyüdüğü kasaba olan, sakinlerinin balıkçılıkla geçindiği Fjällbacka’ya geri döner.
Stockholm’un tüketici kalabalığı onu da tüketmiş, yazı yazmak için ruh
dinginliği arayışına girmiştir. Talihsizlik bu ya; çocukluk arkadaşı, güzel ve
zengin Alexandra Wijkner soğuktan buz tutmuş evinde bilekleri kesilmiş halde
yani intihar etmiş şekilde ölü bulunur.
Küçücük
kasabanın sadece üç polisi ve mahalle baskısı altında ezilen fakat riyakar bir
halkı vardır. Görünen gerçekliğin ardındaki sır perdesi romanın baş kahramanı
Erica ve onun çocukluk aşkı, kasabanın dedektifi Patrick Hedström’un
araştırmaları eşliğinde çözülecektir.
Kitaptaki
genel sır perdesi öyle bir perde ki; yazar karakterlerin öğrendiklerini
söylemesini, okuyucuyu bilgilendirmesini sağlamadıkça açığa pek çıkamıyor ve bu
da biz okuyucuların “Katil Kim?” sorusuna sağlıklı bir yanıt verememesine neden
oluyor. Bu nedenle de; örneğin ben, sonuna kadar asıl katilden hiç
şüphelenmedim. Çünkü asıl katil, karakterlerin onun hakkında bildiklerini o an
gelene kadar sakladıkları ve yazar tarafından da korunan bir kişilikti. Sanırım
olumsuzluk olarak nitelendirebileceğim kısmı bu yönüydü eserin. Yan karakterler
derinlemesine işlenmiş; alt metni polisiye, ana teması ise dram ve toplumsal
eleştiri olan bir kitap olarak yorumlayabilirim Buz Prenses’i ben kendi
nezdimde…
Kış
geceleri, romandaki gibi karla kaplı manzaralar eşliğinde okunması da zevkli
olabilir tabii, o da okurunun tercihi…
Bu içerik
Feri Peri » Kişisel Blog tarafından hazırlanmıştır...
Rüya Avcısı'nı okumadım ve izlemedim. Adıyla dikkatimi çekti aslında ama yorumlarından dolayı sanırım okumayacağım. Uzatılması sebebiyle akmayan anlatımları bir türlü bitiremiyorum. Kendine Ait Bir Oda kitabından yaptığın alıntılar çok güzel ve kesinlikle bu kitabı alıp bitirmek istiyorum. Beni bu kitaplarla tanıştırdığın için teşekkür ederim. Emeğine sağlık, sevgiler :)
YanıtlaSilKendine Ait Bir Oda'yı bir kadın olarak, kadınlara özellikle tavsiye ederim. Başlangıç kısımları uzun paragraflardan ve Woolf'un iç konuşmalarından oluşsa da, o ilk kısımlar bile sonrasında gelen eleştirel çıkarımlar için bir hazırlık aşaması olma özelliğini taşıyorlar :)
SilBen Rüya Avcısı'nı bir tavsiye üzerine okudum. Stephen King yaratıcılıkta ve yeni evrenler inşa etmede harika bir yazar ama işte orta kısımları sürekli uzatmalara giden olaylarla örülü. Final oldukça tatmin edici oluyor lakin o finale ulaşabilmek çoğunlukla sabır istiyor.
Yorumun için çok teşekkür ederim :)
Drakula'yı sanırım okumak istemem, filmini de izlemek istemem tırsıyorum:))Yakışıklı Fransız uğruna eşini terketmeyi hadi anladım da:))insan çocuklarını nasıl bırakır yaaa?:(((Lanet olsun senin aşkına dedim..::( Virgina Woolf'un yıllar önce Deniz Feneri'ni almış ama çok sıkılmış okuyamamıştım...fakat haklı kadın ve edebiyat konusunda. Ençok Buz Prensesi'ni merak ettim.
YanıtlaSilEline, emeğine sağlık.:)
Dracula için Gary Oldman'ın seçilmesi çok yerindeymiş, çok iyi gitmiş. Kitabına en yakın uyarlama bu 1992 yapımı sanırım. Kitabın ilk kısımlarını biraz korkutucu buldum ama sonraları korkutmadı. Filmi hiç korkutmadı; ki ben zor korku filmi izleyenlerdenimdir, Müjde Abla :) Bence tırsıtmaz, bana güvenebilirsin :) Vampirlerin edebiyat ve beyaz perdede olması gerektiği canavarımsı görünümün en iyi örneklerinden.
SilEvet, kitap bu şekilde bir başlangıç yaparak önce okuyucunun ön yargısını ardından da asıl kadın karakterin anlattığı kendi öyküsüyle biraz da olsa empati yapabilmenin yollarını aralıyor.
Buz Prenses'i tavsiye edebilirim. Basit bir anlatımı var, yaratıcı yazarlık yazımının birçok özelliğini de içeriyor. Tek hatası okuyucuyu gizde bırakmasıydı diye düşünüyorum :)
Teşekkür ediyorum yorumun için, sevgiler, Bücürük'ü mıncır benim yerime de :X
rüya avcısı eski arkadaşları birlikte olmalarını sağlayan çocukluk anıları ve ortak rüyalarıyla ilgili güzel bir kitap..stephen kingin filmleri güzel oluyo ama kitapları daha fantastik oluyo..😀 güzel kitap yorumlarıydı,emeğine sağlık..🙂
YanıtlaSilRüya Avcısı bir yandan Stephen King'in "It" isimli en son sonbaharda yanlış hatırlamıyorsam gösterime giren sinema uyarlamalı kitabına biraz ucundan göz kırpıyor. Çocukluk, arkadaşlık, iyilik yapmanın doğuştan değil öğrenilen bir olgu olduğunun kavranması gibi konular açısından aslında güzel bir kitaptı. Ama dediğim gibi, ben öncesinde filmini izlemiştim ve neredeyse çoğu şeyi unutmuş olsam da okudukça hatırladıklarım oluyor ve bu bende heyecan yaratmıyordu.
SilGame of Thrones'u da bu yüzden okuyamıyorum :D
Teşekkür ederim yorumunuz için :-h
Güzel kitaplar okumuşsun. Rüya Avcısı'nı ben de okudum, sıkıcı olduğunu düşünmemiştim açıkcası ama şimdi hatırlamaya çalışınca başı ve sonu dışında bir şey hatırlamadığımı farkettim :)) Kalemine sağlık :-h
YanıtlaSilTeşekkür ederim yorumun için :) Ben neredeyse sonunu da unutmaya başlamıştım, filmdeki son ile kitaptaki son farklı olduğundan hangisi nasıldır karıştırmaya başlamıştım ki bu yazım sayesinde tekrar hatırladım :)
Silİlk kitap olan Duracula'nın filmini merak ettim.Ne güzel kitaplar okumuşsun :) Çok teşekkürler canım benim :)
YanıtlaSilİki saatlik, kült bir film olmasının yanı sıra sıkmayan bir film bence; özellikle müzikleri de çok etkileyici. Görsel efektler tamamen insan ürünü; maketlerle, eski sinema hileleriyle yapmışlar hepsini, yönetmenin isteğiyle. Winona Ryder ve Gary Oldman'ın gençliğini de görmüş oldum böylece. Anthony Hopkins'in de Hannibal ve Kuzuların Sessizliği ile ünlü olduğu yıllar sanırım :) 3 dalda oscar kazanmış; özel efekt, kostüm ve makyaj açısından. Aynı zamanda bir çok severi bir aşk filmi olarak da görüyor; imkansız aşkın en iyi anlatıldığı filmlerden biri diyerek.
SilUmarım keyifle izlersiniz, teşekkür ediyorum yorumunuz için :X
Buz prensesi okumamışım. Bir de Dracula'nın filmini izlemiştim ama kitabını okumadım. Kitapla örtüşüyor mu? Emeğinize sağlık: )
YanıtlaSilNeredeyse en çok ölçüşen uyarlama diyebilirim. Filmde hatırlarsanız, karakterler biraz fazlaca erotizm odaklıydı. Lucy adlı Dracula'nın Londra'daki kadın kurbanı örneğin; (filmdeki turuncu saçlı kadın) kitapta çok masumdu. Etrafında pervane olan erkekler onun filmdeki gibi cilveli halinden değil; güzelliğinden ve asaletinden etkileniyorlardı.
SilYa da Mina; filmde Dracula'nın reankarne aşkı, kitapta Dracula'nın o intihar eden karısı ile ilgili hiçbir bağlantısı yoktu; sıradan kurbanlarından biriydi ve sonuna kadar arkadaşları ile kocasına bağlıydı. Dracula'ya bir aşk beslemiyordu.
Kitabı daha naif ve alt metinlere sahip bir eserdi. Filmi; korku, gerilim, aşk üçgeninde değerlendirmeye almak istemiş diye düşünüyorum yönetmeni için :)
Teşekkür ediyorum yorumunuz için de :)
Aralarından stephen king rüya avcısını biliyorum King'in hayranı olan birisi olarak harika bir eser. Okuyup bizler için incelediğiniz hatta büyük zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.Emeğinizin karşılığını alacaksınız bir gün dolu dolu.
YanıtlaSilİyi çalışmalar.
Çok teşekkür ederim yorumun için :) Ben de bir tavsiye üzerine okudum ama diyorum ya sanırım daha öncesinde filmini izlediğim ve okurken hafif hafif, karşı karşıya oldukları durumu hatırladığım için bende ters bir etki yaratmış ve bir türlü sonunu getirememiş olabilirim. Özellikle o dört arkadaşın özel güçleri ile birbirlerini duyup, anlayıp olayları tekrar tekrar yorumlamaları beni en çok sıkan kısımlardan oldu. Yukarıda spoiler olmasın diye bahsetmek istemedim :)
Silheey king dışındakileri okudum. hepsi iyi tabii. kendine oda en önemlisiiii bencesi :)
YanıtlaSilBence de en iyisi, özellikle de kadın okurlar için. Yazı yazmak, yaratıcı olmak, kurmaca bir metin yazmak isteyen günümüz kadınları için bile okunması gereken bir kitap.
SilTeşekkür ederim yorumun için :X
Sevgili kızım, dün bilgisayarım beni her ne kadar sabırla beklediyse de, ona doğru bir atılım yapacak vaktim de yoktu.
YanıtlaSilBugün girer girmez, benim en sevdiğim paylaşımı yaptığını gördüm. Hem de beş kitap, beş yorum. Okudum. Drakula konusunda Müjde kardeşim gibi tırsacağımı düşünüyorum. Filminiyse hiç seyredemem herhalde.
Stefan Zweig'in yazım diline hayranım. Ufak kitaplar ise, en azından sıkılmayacağımın garantisi olduğu için tercih nedenim. Satranç ve Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nu okudum. Üç Usta'yı almıştım, merak ediyorum Balzac, Dickens ve Dostoyevski hakkındaki yorumlarını.
Wirginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda kitabı da okunacaklar arasında. O kadın her aklıma geldiğinde içim bir tuhaf olur, ihtimalen ölüm şeklindendir diyorum :(
Emeğine sağlık kızım. Çok hoşuma gitti. Bayılıyorum böyle paylaşımlara. Sevgiler kızım :)
Bundan sonra bu şekilde bol bol, ya 5 kitap şeklinde ya da bir kitabı derinlemesine inceleme şeklinde kitap yorumları ve de analizleri yapmayı planlıyorum, Ece Abla, özelikle okuma aşkım yine geri gelmişken :)
SilStefan Zweig, değeri yeni yeni anlaşılan yazarlardan. Her ne kadar şu an Instagram'da görsel paylaşma yarışının kurbanlarından biri de olsa, bu da belki popüler kültür açısından olumlu sonuçlar doğurabilir.
Ben tabii Instagram takip etmediğim ve son yıllarda okumaya küstüğüm için biraz çok geç fark ettim yazarı.
Dracula gerçekten, İngiliz Sinemasının en önemli korku yapımlarından biri olarak görülse de bence hiç ama hiç korkunç değil; tamamen görsel ve estetiksel bir şölen :D Tavsiye ederim yani aslında izlemenizi :) Ben karanlıkta, gece izledim ve gözümü kırptığım tek bir an bile olmadı :)
Woolf'un ölüm şekli çok sarsıcı; arada benim de oluyor, hatta her yazı yazmadan önce, yazma korkusu, yeteneği kaybetme korkusu...
Virginia Woolf'ta bu bir hayli psikolojik sorunlara neden olmuş ve bu endişelere 50'li yaşlarında tekrar kapılmış. Kocası ile de arası çok iyimiş halbuki, kocası bir yayınevi açmış onun için hatta.
Daha genç denebilecek bir yaşta gitmiş, üzücü gerçekten :(
Çok teşekkür ediyorum yorumun için Ece Abla'cığım, dediğim gibi; bol bol böyle paylaşımlar yapacağım artık, kitap kategorimi açtım, kal sağlıcakla :X
Buz prensesini okumadim. Digerlerini uzun zaman önce okudum tekrar okuyabilirim. Seviyorum klasik eserleri tekrar okumayi 😊
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum yorumunuz için :X Seneler hatta yüzyıllar öncesinde yazılmış olmalarına rağmen hala kendilerini okutabiliyor, tekrar tekrar okutabiliyor olmaları şahane gerçekten... Buz Prenses'i de öneririm, güzel bir ilk kitap örneği yeni bir yazar için :)
SilSevindim kızım. Takipteyim. Sevgiyle kucaklıyorum seni :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim Ece Ablacığım, bilmukabele :)
SilHepsi güzel kitaplar ve sen de her bir kitabı çok güzel yorumlamışsın :)
YanıtlaSilŞimdi kalkıyorum yerimden ve "kendine ait bir oda"yı alıyorum elime, sen böyle yazınca özledim, defalarca olduğu gibi bügün de biraz karıştırayım sayfalarını..
Okuduğun kitapları burada paylaşman ne güzel, devamını bekliyorum :)
Çok teşekkür ederim yorumun için :) Ne mutlu oldum şimdi gidip yine o kitabı okuyacak olmana. Tekrar tekrar okuyup altı çizilesi gerçekten. Devamı gelecek yine inşallah; ya biriktirip biriktirip ya da tek bir kitabı uzunlamasına analiz ederek paylaşımlarda da bulunacağım :X
SilDracula çok merak ettiğim bir kitap. Malum Otel Transilvanya'da en sevdiğim karakter Drac. ^_^
YanıtlaSilStefan Zveig ve Virginia Woolf da çok merak ettiğim yazarlar arasında.
Çok hoş bir yazıydı Feri Peri, emeğine sağlık! ^_^
Harika bir film o da :) İkincisini de izledim. İlk filmdeki şarkıyı - dur bulayım hemen - The Zing Zong, çok uzun süre dinlemedim o zamanlar :D
SilTeşekkür ediyorum bu tatlı yorumun için :X
Büyük Blog Takip Etkinliğinden geldim,takipteyim banada beklerim😊
YanıtlaSilhttps://paintedfaceblgg.blogspot.com.tr/
Stefan Zweig kitaplarını kitap fuarından 2 gün önce aldım ve okumak için sabırsızlanıyorum çünkü daha önce bu yazarın kitabını okumadım. Etkinliğimize katıldığınız için teşekkürler. Sizi Google Plus ve İzleyici bölümünden takipteyim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim yorumunuz ve desteğiniz için, okuyun bence de, ben de yazarın diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum :)
Silİyi okumalar dilerim :)
Zweig favori yazarlarımdan. Bu kitabını da birkaç yıl önce severek okumuştum.
YanıtlaSilKing'i hiç okumadım. Belki bir gün yollarımız kesişir.
Her yazında yazdığım gibi Kendine Ait Bir Oda'yı ben de okumak istiyorum :-) Bahar Okuma Şenliği listeme almayı düşünüyorum.
Kitapların toplu yorumunu yazmakla iyi etmişsin. Kış Okuma Şenliği yarın bitiyor. Okuma hızım iyi olsa da okuduklarımın birçoğunu blogumda yazamadım. Halbuki sonucumu paylaşırken kitap yorumlarını da eklemeyi seviyordum. Bu sefer sonradan eklemem gerekecek.
Şubat'ın son günü başladığım için çok az okuyabildim ama olsun sonuçta etkinlik sayesinde tekrar kitap okuyabilmeye başladım. Artık her ay böyle okuyup yorumlamaya ve bunu hayatıma iyice entegre etmeye çalışacağım :)
SilÇok teşekkür ediyorum yorumun için, şu an son gününe girdik şenliğin :)
Bu yazıyı kardeşime göndereyim. Yeni kitap listesi yapıyor. Sevgiler
YanıtlaSil@hs
Tabii, bir fikir katabilirse çok mutlu olurum :) Teşekkürler yorumunuz için :)
Sil