Gökyüzündeki gri desenler yerini koyu kırmızı çizgilere bırakırken güneş, bir gün daha bu diyarlardan göçüyor olmanın burukluğunu yaşıyordu.
Soğuk bir kış günü denilemezdi o gün için. Güneşin eteklerini yeryüzünden çekmesiyle soğuk kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştı sadece.
Huzursuz bakışları bu soğumakta olan günün alaca karanlığında sabit bir noktaya kilitlenip kalmış Karl Lagerfeld ismindeki genç adam, ürperdiğini hissetti. Pencerenin kenarında boş gözlerle izlemekte olduğu şimdi ona çok uzak gelen dış dünyayı artık izlemekten vazgeçti. Pencerenin pervazından hafif bir esinti sızıyordu dikilmekte olduğu yere. Ama ürpertisi sadece bu esintiden ötürü değildi elbette.
Boş bakan kahverengi ve yorgun gözleri yanı başında duran perdelere kaydı. Perdeler, odayla zıt düşecek ölçüde sade bir zevkin dokunuşlarını taşıyordu. Hiçbir özelliği olmayan birkaç püskül kondurulmuştu uçlarına, o kadar...
"Pavilyondakilerden ne kadar farkli!" dedi, daha doğrusu diyebilmeye çalıştı bozuk Türkçesiyle.
Türkiye'ye geleli henüz bir yıl bile olmamıştı. Bu zaman zarfı içerisinde Türkçe öğrenebilmeye ve insanlarla iletişim kurabilmeye çalışmıştı. Bir hayli zor gelmişti ona Türkçe. Kendi ana diliyle arasında çok fark vardı. Buna rağmen derdini anlatabilecek ve başkalarını anlayabilecek kadar öğrenebilmişti. Çat pat kelimeleri bir araya getiriyor, cümlelerin üzerinde pek fazla durmamaya çalışıyordu. Başka şeylere daha çok kafa yormuştu ama. Kafa yormaması gereken şeylerdi bunlar hatta... Bugün bu yüzden buradaydı.
"Hepp o piresa sacli kiz yuzunden!" dedi sinirle.
Ah o pırasa saçlı kız! Nasıl da upuzun saçları vardı. Siyah ve gür, her bir kökü birbiriyle yarış içerisinde olan kuzguni saçlar, nasıl da ahenkle dökülüyorlardı o güzel omuzların gerisinde...
Onun yüzünden kalmıştı zaten Türkiye'de. Sadece bir ay geçirmesi gereken şehirde, bilmediği insanların arasında, tanımadığı bir kültürün kucağında hiç tahmin etmediği kadar çok yaşamıştı.
Onun dışındaki turistler bu kentin mimarisine, tarihi eserlerine ve ünlü caddelerine akın ederken, o; İstanbul'un arka sokaklarına kulak kabartmıştı. Arka sokaklarda ise ona dünyanın en güzel varlıkları gibi gelen "Türk Kadınları" ile karşılaşmıştı.
Güzellikleri ve gizemli silüetleri ile hayran kaldığı o kadınları takip etmiş ve kendini, dışarıdan gelen cılız esintiyle gittikçe soğuyan bu güneşin son ışıklarının düştüğü yarı karanlık odada bulmuştu. Güzel olan şeyleri takip etme tutkusu onu ne hale düşürmüştü. Geldiği noktayı aklına getirdikçe gözleri sıcak yaşlara esir olmaya başladı.
Hayır... ağlayamazdı. Buna hakkı yoktu. Olanlardan sonra ağlamaya ve kendisine acımaya hakkı yoktu. Eli, beyninde yeni yeni serpilen kararlılığa baş kaldırarak ceketinin cebine gitti. Zihni ağlamaktan kaçınıyor ama vücudundaki tüm kaslar ondan ağlamasını bekliyordu.
Ceketinin cebindeki el, orada olduğunu neredeyse unuttuğu küçük bir nesneye dokundu. Minik bir penguen figürü idi bu. Ona memleketini, ailesini ve arkadaşlarını anımsatan basit ama değerli bir hatıra idi.
Sinsi sinsi göz pınarlarına yaklaşan bir damla yaş, penguen figürünün üstüne düştü. Tutamadı kendisini daha fazla, çünkü belki de bunlar son hıçkırıklarıydı.
Düşünceler birbirini, dakikalar da saatleri kovalarken günün geceye boyun eğdiğini fark edemedi genç adam.
Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kendinden geçmiş bir haldeyken kapının önünde ayak sesleri belirdi. Sesleri duyduğunda ayağa fırlamak istedi ama gücünün kalmadığını fısıldadı kulağına kendi düşünceleri.
Pişmanlık, mutsuzluk ve huzursuzlukla mücadele ettiği bu akşam üzeri, yüzüne donuk bir sırıtış yerleşti. Gözlerinin önüne yine o pırasa saçlı kız geldi:
"Burraya kadarmis..." dedi; "Nasil derler?... Olan oldu, dorba doldu!"
Not: Pavilyon ➤ Pavyon
Bu içerik Feri Peri » Kişisel Blog tarafından hazırlanmıştır...
Karl Lagerfeld geçenlerde ölen şu ünlü modacı değil mi Feride'ciğim? Nedense yüzüne bakınca 'korku' hissettiğim, biriydi
))özellikle mi o ismi seçtin merak ettim, ilginç bir öyküydü eline sağlık canım.
YanıtlaSilEvet O
Aklıma onun isminin nedensizce geçtiği bir öykü çalışması geldi ve yarım saatte yazıverdim
Teşekkür ederim güzel yorumun için, Müjde Abla'cığım 
Silben de diyorum bu ismi nerden hatırlıyorum...değişik bir öykü olmuş canım...sevgiler...
YanıtlaSilGüzel bir öykü olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim yorumunuz için
SilGüzel bir öykü olmuş. Okudum ve beğendim. Tak takıldığım nokta neden kızın saçını pırasaya benzetmiş olmanızdı. Google görsellerde pırasayı arattım
Pırasanın kökü uzun uzun ama çok da güzel bir saç olmaz gibime geliyor. Özellikle pırasayı seçmekteki amacınızı paylaşırsanız sevinirim. 
YanıtlaSilBen benzetmedim aslında; Türkçesi pek iyi olmayan ve elde edemediği bir güzele sinir edici bir isim takmaya çalışan öykü karakteri benzetti. Pırasa saç, çok düz ve bir türlü şekil almayan; hanımlar tarafından da kötülenen bir saç türüdür. Belki baş karakter başka birinden bu kötü benzetmeyi duydu; kullandı
SilYorumunuz için de çok teşekkür ederim
SilGüzel öykü olmuş.Bence kenarda tutuğunuz yazmış olduğunuz kitabı bir yayınevine yollamalısınız.İzlemeye aldım bu tür öykülerin devamı gelir umuduyla😊Sevgiler
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim yorumunuz için
Kitabımla ilgili bazı çalışmalarım var, bakalım 
SilÇok güzel bir öykü, keyifle okudum. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilGüzel bir öykü olmuş bir de pırasa saçlı kız ilgimi çekti bazen ben de kendime öyle hitap ediyorum siyah ve düz saçlı olduğum için
YanıtlaSil